kuslar

Hayatınızda hiç, siz defalarca onun yanınızda olmanıza, bir karar verirken önce onun iyiliğini düşünmenize rağmen, kendi zamanınızdan, hoşgörünüzden, koşulsuz sevginizden belki hiç düşünmeden vermenize rağmen duygularınızın incitmeye, anlaşılmamış hissetmenize, bazen anlayamadığınız bir şekilde boşlukta veya tükenmiş hissetmeye devam ettiğiniz oldu mu? Karşı tarafı çok sevmenize rağmen, onun için kendinizden verdiğinizi düşünmenize rağmen, sizin yorgunluğunuza, ihtiyaçlarınıza, kendiniz için yapmak istediklerinize anlam vermediğini hissettirdiği, belki de sizin isteklerinizi hor gördüğü oldu mu?

Daha sonra kendi kendinize düşündünüz. Belki onun geçmişinde yaşadıkları çok zordu, annesi vefat etmişti, babası kötü davranıştı, bir savaş görmüştü… Bunları düşününce, onun neden bu şekilde davranabildiğine anlam verdiniz. Geçmişini bilmeniz ona olan öfkenizi yatıştırdı, onu “anladınız”. Böyle zor durumları yaşamış birine kızmak ne kadar anlamsızdı…

Ancak yine de içinizi kemiren, yiyip bitiren bir şeyler devam etti, Hayat kendi sürecinde devam ederken, siz de aynı düzende kendinizden vermeye devam ettiniz, o da sizi anlamamaya devam etti. Belki tek istediğiniz sizin de zorluklar yaşayabildiğinizi anlamasıydı… Peki, hep böyle mi devam edecek? Siz onun ihtiyaçlarına duyarlı olmaya devam ederseniz belki o da sizi bir gün anlar mı? Size hak verir mi?

Eğer bu senaryo size tanıdık geldiyse, kendinizi bir girdabın içinde hissettiğinizi tahmin ediyorum. Peki bu girdaptan nasıl çıkacağız?

Bir soruna çözüm bulabilmek için o soruna neden olan sebepleri iyice analiz etmek gerekir. Bu sebeple, bazen hepimizin birbirine karıştırdığı bazı kavramları ve bu durumun devam etmesinde rol oynayan mekanizmaları ele almamız gerekiyor.

Biriyle ilişki içinde olmak ve onu sevmek arasındaki fark:

Birini sevmeyi ve onunla bir ilişki içerisinde olmayı çoğu zaman aynı anda yaşarız. Ancak bu kavramlar birbirinden farklıdır. “İlişki” kelimesinin kökenine baktığımızda, “en az iki kişi arasında kurulan bağ” tanımıyla karşılaşıyoruz. Bunun anlamı, bu bağı kurmak ve sürdürmek için en az iki kişinin katkı sağlaması gerekliliğidir. Her ilişkinin doğasında “alma-verme” vardır. Sevdiğimiz insan ile ilişkide olduğumuz gibi, bize hizmet eden bir garsonla da ilişkimiz vardır. Bir garson ile ilişkimizde yemeği “alırız” ve karşılığında ücreti “veririz”. Bu denge bozulursa, ilişkinin sağlığı da bozulur.

Bu örneği bir garsonla olan ilişkimizde anlamak kolaydır. Peki, iş sevdiğimiz insanlarla aynı dengeyi kurmaya gelince neden zorlaşıyor? Çünkü, “sevme” ve “değer verme” duyguları dengeyi görmemizi zorlaştırabiliyor. Bir garson yemeğinizi yanlış getirirse ona istediğinizin o olmadığını söylemek, sevdiğimiz biri bize istemediğimiz bir şey yaptığında rahatsızlığımızı dile getirmekten çok daha kolay oluyor. Peki, eğer garsona istediğinizin onun getirdiği olmadığını söylemezseniz, garson yemeğinizi değiştirir miydi? Ya da, siz hem ücret ödeyip, hem de garson yerine, yemeğinizi kendi kendinize servis etseniz, o garsonun size hizmet etmesini bekler miydiniz? Garsonun bu durumda size hizmet vermemesi, sizi sevmediği veya değer vermediği anlamına gelir miydi?

Görüldüğü gibi, bir garsonla ilişkimiz bile, alma verme dengesine uymadığımızda ilişki bozulabiliyor. Peki, bir yakınımız ile kaliteli bir “ilişkimiz” olması için sevmenin yanında ne gerekiyor? Sevgimizi gösterirken tükenmememiz için, bizim verdiğimiz duygusal fiziksel eforların bize ne kadar geri döndüğünü, ne kadar huzurlu hissettiğimizi aradabir gözden geçirmek gerekiyor. Bu bahsettiğim hesap tutmakla karıştırılmasın lütfen. Bu “ben bugün yemek yaptım sen de yarın yap, yapmazsan cezası var” anlamına gelmesin. “Verdiğiniz” yemeğin karşılığı “teşekkür” almak da olabilir. Bu size yetebilir. Burdaki alma-verme dengesini neyin kurduğu tamamen görecelidir ve size bağlıdır. Burada önemli nokta, sevme ve değer verme duyguları ile ilişkinin alma-verme dengesini kurmanın iki farklı kavram oolduğunu ve birbirlerine karıştırılmaması gerektiğini anlamaktır.

“Bencil”lik ile “Benci”lik arasındaki fark nedir?

Bizim toplumumuzda, özellikle kadınlar olarak, kendimiz için bir şey istemeyi bencillik olarak görebiliyoruz. Bu sebeple, en temel ihtiyaçlarımız (sevmek, değer görmek, anlaşıldığımızı hissetmek) geri planda kalıyor. Ancak, bu tutum bizi ne kendimize ne de başkalarına yetebilecek hale getiriyor. Sizin yaptığınız yemek için teşekkür edilmek yerine yemeğinizde sürekli neyin eksik olduğu söyleniyorsa, burda bir sıkıntı var demektir. Böyle bir durumda, kişinin geçmişte neler yaşadığı değil, sizin karşılanmamış ihtiyacınız önem kazanmalıdır. Kendi ihtiyaçlarımızın önem kazanmaması, “benci” olmayı “bencil” olmakla karıştırmanız ile ilgili olabilir.

Uçaklarda, maskeyi önce kendimize, sonra çocuğumuza takmamız defalarca anons edilir. Çünkü bilinir ki, ebeveynler koruma içgüdüsü ile önce çocuklarına maske takarlar, ancak bunu yaptıklarında kendileri oksijensiz kaldıkları için bayıldıkları zaman, hem kendilerinin hem çocuklarının sağlığını riske atmış olurlar. Yani anne, çocuğa ihtiyacını verirken kendi ihtiyacını “alamamıştır”. Aynı prensip, bütün ilişkilerimizde geçerlidir. Başkalarına vermeye devam edebilmek istiyorsak, kendi ihtiyaçlarımızı almayı öğrenmemiz gerekir. Birini ne kadar sevsek de, ihtiyaçlarımız karşılanmıyorsa, susuz kalmış bir bitkiden meyve beklemeye devam ederiz.

Bencil “hep bana” derken, benci “hem bana hem sana“ der. Siz yemek yaptığınızda, o yemeği tekrar aynı lezzette yapma isteğinizi hayatta tutan “aldığınız” teşekkürdür. Siz daha fazla verebilmek için yeterli yakıtı almadan kendinizden vermeye devam ettikçe, tükenmiş hissetmeniz kaçınılmazdır. Sizi, ihtiyaçlarınızı dile getirmekten alıkoyan muhtemelen korkularınız oluyor. Bu korkular ve neler yapabileceğimiz hakkında ayrı bir yazım olacak.

“Ben çok emek verdim, belki bir gün bana da sıra gelir”

Ailem ben doğmadan önce, Antalya’da bir evimiz olsun diye bir kooperatife yıllarca para göndermiş. Aradan 25 sene geçmesine ve her sene ailem aidat vermesine rağmen, bahsi geçen arsada hala sadece otlar duruyor. Bunu okuyunca belki içinizden “bunca yıl para verilir mi, ortada ev yoksa niye vermeye devam etmişler?” diye geçirmiş olabilirsiniz. Peki sizce neden, kooperatif hiçbir sözünü tutmamasına rağmen, ailem ödemeleri aksatmamış olabilir?

“Bu kadar para verdik, belki bir gün bugüne kadar verdiklerimizi kurtarırız, şimdi bırakırsak bugüne kadar verdiğimiz paradan olacağız.”

Benzer bir durum, uzun süre emek verdiğiniz ilişkiler için de geçerli oluyor. Eğer emek vermeyi bırakırsak, o güne kadar verdiğimiz emeği de çöpe atmaktan, emeklerimizin heba olmasında korkuyoruz haklı olarak… Ancak, sizden belki bir beş dakikanızı ayırarak düşünmenizi isteyeceğim bir sorum var. İlişkinizde sizin verdiğiniz emeklerin karşılığını bir gün alabileceğinizi gösteren herhangi somut bir gösterge var mı? Emeklerinizin size hiç dönmeyeceğini bilseniz ilişkiye aynı şekilde devam etmek size nasıl hissettirirdi? Siz fark etmeden yukarıda bahsettiğim örneğe benzer bir senaryonun içine girip girmediğinizi anlamanız önemli.

Özetle, biriyle ilişkimizde kendimizden verdiklerimizin yarattığı tükenmişliğin altında karşı tarafı “sevme” dışında birçok etmen yatıyor olabilir. Unutmamak gerekir ki, kendi beslenemeyen başkasını beslemeye çalıştığında, iki taraf da huzursuz olur.

Hepinizine “hem bana, hem sana” diyebildiği günler dilerim.

Paylaşın:

Etiketler: sevme, değerverme, bencil, feda, ilişki, anlamak, devametmek

Elnaz Gültekin

Uzman Psikolog