Bütün dünyayı ve ülkemizi saran salgın ile birlikte hepimizin gündemi değişti. Öyle ya da böyle hepimiz bizi zorlayan bir duygudan ötekine atlarken, hem kendimizle hem çevremizle savaş veriyoruz adeta. Bunu, bazen evimizi paylaştıklarımızla, bazen de ev dışında hayatımızda olan insanlarla yaşamış olabiliriz. Ortak noktamız, hepimiz huzursuzluk hissediyoruz ve bu duyguyla bir şekilde baş etmeye çalışıyoruz. Peki, bu salgının getirdiği bunalmıştık, çaresizlik, umutsuzluk hisleri neden bu kadar güçlü? Neden hayatımızda karşılaştığımız başka zorluklarla baş etme yöntemlerimiz, bu durumda pek işe yaramıyor? Bu yazıda, gerçekten zor bir durumla karşılaştığımızı ve zorlanmamızın gayet normal olduğunu bu soruya psikolojik açıdan cevaplayarak aktarmaya çalışacağım.

Bu salgın hayatımıza birden fazla alanda psikolojik olarak müdahale etmekte. Biz bir değil, birkaç cephede savaştığımız için bu kadar zorlanıyoruz:

1) Günlük Alışkanlıklarımızın Bozulması:

Rutinimiz, bizim gelecek olayları öngörmemizi sağlar. Örneğin, sabah hangi saatte uyanacağınızı, saat kaçta işe gideceğinizi ve işe nasıl gideceğinizi bilmek bizi güvende hissettirir. Ayrıca, marketten nasıl alışveriş yapacağınızı, arkadaşlarınızla buluştuğunuzda nasıl selam vereceğinizi düşünmemiz gerekmez, bunlar otomatiktir. Bu rutinleri öğrenmiş olmak beynimize asıl düşünmesi gerekenler için enerji ve zaman kazandırırken, geleceği öngörebildiği için güvende hissetmemizi sağlar.

Her değişim evresinde olduğu gibi (yeni iş, yeni bir eve taşınmak vb.), beynimiz alışık olmadığı bir duruma alışmaya çalışırken stres tepkisi verir. Stres, bizim bir duruma adapte olmamızı sağlayan önemli bir acil durum tepkisidir. Ancak koşullar sürekli değiştiğinde strese maruz kalma süremiz uzar ve bu durum hem bedensel, hem zihinsel hem de duygusal bir sürü sıkıntıya sebep olur. Salgın sürecinde de, alışmamıza izin vermeyecek kadar hızlı değişen koşullara uyum sağlamaya çalışmanın huzursuzluk, tükenmişlik, bitkinlik, öfke gibi duygulara yol açması oldukça doğaldır.

2) Sosyal Desteğe Ulaşma Zorluğu:

İnsan sosyal bir varlıktır ve genellikle zor zamanlarında başkaları ile temasta olmaktan güç alır. Sosyal mesafe ile bedensel sağlığımızı korurken, sosyal desteğe ulaşmanın güçlüğü psikolojik sağlığımızı zorlamaktadır. Normal hayatımızda zorluklar karşılaştığımızda dışarı çıkıp arkadaşlarımızla buluşmak, ailemizi ziyarete gitmek, kafa dağıtmak için eğlenmeye çıkmak veya sadece kendini dışarı atmak gibi seçeneklerimiz varken bu salgınla, stresli durumla baş etme yöntemlerimizin çoğu kullanılamaz hale geldi. Sonuç olarak biz, zaten karşılaştığımız stresli durumla baş etmeye çalışırken, bir de stresimizle baş etmemize yardımcı olacak kaynaklarımızın çoğunu da kaybettik.

Ayrıca, insan için temas etmek ve sevilme temel ihtiyaçtır. Özellikle ülkemizde, temas etmeye daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Çoğu geleneğimizde ele ele olmak, el öpmek, tokalaşmak, sarılmak vb. fiziksel paylaşımlar var. Bu gelenekler aslında bizim zor durumlarda dayanışma içinde olmamızı da sağlıyor. Ancak bir anda, arkadaşlarımızı görsek bile onlarla tokalaşamayacağımız, üzüldüğümüzde birine sarılamayacağımız söylendi. Bir sürü yeni “normal”e alışmaya çalışırken, bir de bizi besleyen duygusal desteğimizden olduk.

3)Belirsizlik:

“Sayılı gün çabuk geçer” sözünün psikolojik bir temeli vardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, beynimiz geleceği öngörmesine yarayan her şeyi sever. Bir sıkıntı yaşayacaksak bile, bunun ne kadar süreceğini bilmek, o sıkıntıyı atlatmak konusunda bizi güçlendirir. Öte yandan, sıkıntılı dönemin ne kadar süreceğini kestirememek beynimiz için bir kâbustur. Buna nasıl uyum sağlayacağını, önünü göremediğinde nasıl plan yapacağını bilmez. Bu nedenle, salgın süresince kendimizi sürekli plan yapmaya çalışırken veya sürekli bu sürecin ne zaman biteceğinin açıklanmasını beklerken bulmuş olabiliriz. Bütün çabamız, önümüzü görme ihtiyacımızı karşılamak ve rahatsız edici duygulardan uzaklaşmaya yöneliktir.

4)Evde Alışık Olmadığımız Kadar Evde Zaman Geçirme

Bu konunun iki yönü var; evde kendi başımıza zaman geçirmek zorunda kalmak ve evde birlikte yaşadıklarımızla normalden fazla zaman geçiriyor olmak.

Evde daha fazla zaman geçirmek demek, kendimizle baş başa kalmak zorunda kalmayı gerektiriyor. Özellikle evde pek zaman geçirmeyen bireyler, alışkanlıklarından uzaklaşmayı daha keskin deneyimleyebiliyorlar. Bu yüzden, dışardaki “çalışma” alışkanlığımızı eve de taşımaya çalışabiliyoruz, bütün evi temizledikten sonra yapacak bir şey bulamadığımızda bunalmış hissedebiliyoruz. Tabi, ev ortamının doğası gereği bu yaklaşım pek sürdürülebilir olmadığı için öfke, sıkıntı ve bunalmıştık yaşayabiliyoruz. Normalde bu hisleri yaşadığımızda kendimizi dışarı atarken, salgın döneminde bu seçeneğimiz olmadığını fark ettikçe daha çok öfkelenebiliyoruz. Bu da aile içi ilişkilerimizi olumsuz etkileyebiliyor.

Aile bireyleriyle alışık olduğumuzdan daha fazla zaman geçirmekse, onların belki de daha önce farkında olmadığımız huylarını fark etmemize neden olmuş olabilir. Ya da, zaten farkında olduğunuz ancak bizi rahatsız etmeyen durumların artık bize batmasına yol açmış olabilir. Yukarıda bahsettiğimiz stres kaynakları bütün aile üyelerinin de baskı altında olmasıyla birleşince, aile içi tartışmalar, öfke patlamaları, yanlış anlaşılmalar, pişmanlıklar kaçınılmaz olabiliyor.

Özetle, bu dönemde yaşadıklarımız duygusal çalkantılar, çok kısa sürede değişen “normal”lere alışma sancılarıdır. Bir değil, birden çok stres kaynağına aynı anda alışmaya çalışmanın yarattığı çalkantı kaçınılmaz olarak psikolojimize yansıyor. Bu sürecin bize anlatılan “sosyal mesafe, maske ve hijyen”den çok daha fazlası olduğunu ve uyum sağlaması oldukça zor bir süreçten geçtiğimizi farkında olalım. Bir hasta ziyaretinde, hastadan pek bir şey beklemeyiz. Benzer bir hoşgörüyü, hepimizin görünenden çok daha zor bir süreçten geçtiğini bilerek kendimize ve çevremize gösterebilmemizi temenni ederim.

Yukarıda bahsettiklerimle ilgili neler yapabileceğinizin ayrıntılarını bir sonraki yazımda bulabilirsiniz.

Paylaşın:

Etiketler: korona, salgın, evdekal, psikoloji, bunalım, tükenmişlik, yeninormal, alışma, alışkanlık, uyum

Elnaz Gültekin

Uzman Psikolog